Geçtiğimiz günlerde, yaklaşık 3 yıl aradan sonra ilk defa bir sınava girdim; “YDS”. Uzun adı ile Yabancı Dil Sınavı. Daha önceden KPDS ve ÜDS diye iki farklı olan bu sınav, ilk kez Nisan 2013’de birleştirildi ve teke indirildi. Artık tek sınav sonucu ile ister yüksek lisans olsun, ister memurluk giriş, isterse kıdem almak olsun işimizi halledebiliyoruz. Gelin şu sınav olayının biraz da, görebildiğimiz kadarı ile perde arkasına bakalım?
Neden sınav oluruz? Sanıyorum bir tek anaokulunda sınava girmiyoruz. Çünkü ana okullarında öğretim değil eğitim veriliyor. Nasıl tuvalete gidilir, nasıl yemek yenir, nasıl toplumsal ilişkiler kurulur, birlikte ortak çalışmalar yapılır, saygı, sevgi, meslek vb. temel eğitimleri aslında bizler ana okullarında yaşayarak öğreniyoruz. Ana okulunu bitirdiğimiz gün, öğretim başlıyor ve ayrılmaz bir parçası olan sınavlarda öyle. Hayat bilgisi, fen bilgisi, sosyal bilgiler… Bilgi çok olunca, kafada taşımak gerekiyor tabi. Eğitim konusunda bu yazıda çok girmek istememekle birlikte, belleklerimize aşırı ve gereksiz bilgiler yüklüyoruz. Anaokulunda başlayan yaşayarak öğrenme deneyimlerimiz yerini dinleyerek öğrenme, öğrendiğini yük etmeye, yüklerini ise bilgelikte çok bilgiçlik adına kullanmaya yönlendiren bir sisteme dönüşüyor.
Kim ne kadar yük sahibi ise bunu da ölçecek olan bir sınav sistemi. Neyse ki son zamanlarda performans ödevi denen bir değerlendirme yönetimi uygulanmaya başladı. Ancak gel gör ki, o performans ödevlerini de çocuğu daha yüksek not alsın diye kendisi değil, aileler yapıyor. Şu an ki eğitim sistemi, ve dolayısıyla yönetim sistemi, sınırlı kontenjanları sebebiyle sınav sistemine muhtaç kalıyor.
Her öğretim döneminde bir öğrencinin ortalama 15 ders aldığını düşünürsek. Her dersin 3 sınavı olduğunu düşünürsek, 1 yılda toplam 45 sınav eder. Bu öğrencinin lise son sınıfa kadar 12 sene okuduğunu varsayarsak, toplamda 45*12=540 sınava girmiş olursunuz. 540 sınavın sonrasında ise en büyük sınav sizi bekliyor olacak. Eski adları ÖYS, ÖSS, ÖSYS gibi çeşitli olan, günümüz adı ile YGS ve LYS olan iki büyük sınava girmen gerekiyor. Bu sınav için girmiş olduğun 540 sınav yetmiyor, onun öncesinde bir de dershane ye gidiyor, oraya para, emek, zeka, zaman … harcıyorsun. Bir yıl dershaneye gitsen sana fazladan 30 deneme sınava demek. Sonuç itibariyle ortalama 600 sınav (quiz dediğimiz arasınavlar da dahil) bizi bekliyor. (+) YGS ve LYS. Girmiş olduğun 600 sınava rağmen, eğer bilgi yeterde kazanırsan, bir de üniversite bekler seni. 4 yıllık bir üniversite süresince ben 82 ders almış biri olarak, en az 3 sınav olmak üzere ortalama 250 sınava girdim. Üniversite mezunu birinin girdiği sınav sayısı 250 + 600 = 850 sınav. Ara dönemlerde ÖSYM‘nin koymuş olduğu sınavlar, bu sayının dışında. Guinness Rekorlar Kitabı’nda en fazla sınava girme kategorisi var mıdır, bilmiyorum ama olsaydı bütün Türkler birbiri ile yarışırdı, bu kesin(!)
Bu da bitmiyor aslında. Sınavların bu kadar çok olması sistemin kendine güvenmemesidir(!) Eğitim-öğretim sistemimiz kendi verdiği eğitimi 800’ü aşkın sınav ile değerlendirmeye çalışıyorsa – ödevler, projeler, araştırmalar vs. hariç – kendisine güvenmiyor demektir. Bir yolda bu kadar istasyon olursa, dur kalk yapmaktan o araçta yorulur, o araçtaki yolcuda… Sınavların haricinde diğer barajlarda var. MEB‘e göre, bir öğrenci lise sonuna kadar Upper-Intermediate (Orta-Üstü) seviyesinde İngilizce bilgisine sahip oluyor. Ancak sistem buna güvenmiyor, YDS denen sınavı yapıyor. Geçip, geçmediğine emin olamıyor; öğretip öğretmediğini yeniden görmek istiyor. Aynı şekilde bakınız KPSS genel kültür ve genel yetenek sınavının içeriğine. Üniversite giriş sınavından tamamen farksız bir içerik ama yeniden girmen lazım. ALES sınavına bakın, bir üniversite mezununun zaten yapması, bilmesi gereken konular ama bu sefer kendi verdiği eğitime güvenmiyor, yine bir sınav yapıyor ve eminliğini ölçmeye çalışıyor. Eğer sistemin kendisi, kalitesini standartlara bağlayamıyor ve ilgili akreditasyonlarını oluşturamıyorsa, o kadar çok sınav yapıyor.
Yeni değişiklikle birlikte, artık KPSS’de alan sınavına girmek istiyorsanız YDS sınavına girmeniz, puanınızın hesaplanması için zorunlu. Hiç İngilizce bilmeyen bir kişiyi bu sınava sokmak ve bunu zorunlu tutmak, bilgi çağında hangi mantığa sığar. Eğer deniyorsa ki, her kamu çalışanı İngilizce bilecek, zaten lise bitiren kişi Orta-Üstü seviyede İngilizce biliyor. İşte sistemin kendi kendine olan güvensizliği.
Bu güvensizlik kendi çelişkisini doğurmakla da kalmıyor. Sınav giriş çilesi ayrı bir tartışma konusu. YDS sınavına Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde girdim. Sınav öncesinde “Sınav Giriş Belgesi”nde yazan uyarılar doğrultusunda, çantamı, cebimdeki bozuk parayı, cep telefonumu, anahtarlarımı vb eşyalarımı bir arkadaşıma bıraktım ve sınav alanına gittim. Bina girişinde gördüğüm manzara beni 2013 Türkiye’sinde dehşete düşürdü. Gelin akıl etmeye çalışalım…

Bir sınav giriş kapısı düşünün. Bir grup insan sıra olmuş. Dışarıda da bir grup içeride olan yakınlarını bekliyor. İçeri girerken polis üstünüzü arıyor ve üzerindeki kabul edilmeyen eşyaları çıkarmanızı sağlıyor. Türbanlı olanların bile türbanlarının içlerine bakan, tanımadığımız bir kişi tarafından tüm ceplerimizi arayan, ellerini vücudumuzda gezdirip duran bir polis kapıda… Kemeriniz var ise sınav salonuna giremiyorsunuz… Giriş kapısında köşeye atılmış 50’ya yakın kemer yerde. Su içmek istediniz, içeriye su sokacaksınız. Sanki televizyonda reklam yasağı varmış gibi, etiketini sökmek zorundasınız. Her şehirde kullanılan manyetik ulaşım kartları vardır. Bursa’da BuKart denen bir manyetik kart var. Ulaşım sağlamak için bu kişiselleştirilmiş karta sahip olmanız gerek. Kişiselleştirilmiş çünkü bu kart sizin adınıza çıkartılır. Ulaşımınızı sağlayan kartı sınav salonuna sokmak yasak. Kapı girişinde yere atıyorsunuz bulabilirseniz ne ala. Cüzdan… Cüzdan sokmakta yasak… Kredi kartlarınız, vergi kimlik kartınız, öğrenci kartınız vs. mümkün değil sınav salonuna sokamıyorsunuz. Beni de cüzdanım var diye sınav salonuna almadılar. Benden önce giriş yapan hanımefendiyi de ulaşım kartı yanında diye salona almadılar. USB’mi cebimde unutmuşum. Polis farketti ve “ver bende kalsın, çıkışta alırsın” dedi. Cüzdan ile sınav salonuna sokulmadığımı öğrendiğimde ise “cüzdanı da size bırakayım” dedim. Cevabı “ben onu alamam, kantine bırak!” oldu. Sınava girecek biri olarak, içerisinde kartlarım olduğu cüzdanı Polis’e bırakmak mı daha mantıklı yoksa kantine mi? Benim için Polis daha güvenilir olduğundan kendisine bu durumu belirttim ancak kabul etmedi. Durumu salon giriş memuru ise “şikayetlerinizi bana değil, ÖSYM’ye bildirin” şeklinde geçiştirmekten başka bir şey yapmıyordu. Sonuç itibariyle salonu terk edip, sınava girmeyeceğimi belirttim ve polis ile memura şu soruyu sorarak, giriş kapısından geri döndüm, “darbe sonucu iktidara gelen, askeri ya da komünist yönetimin olduğu bir ülkede mi yaşıyoruz, yazık(!)”. Arkadaşımın yanına yeniden gittiğimde sınavın başlamasına 5 dk kalmıştı. Kendisine durumu anlattım, kalan fazlalıkları kendisine bırakmam ve sınava yetişmem konusunda ikna etti beni. Sınava gittiğimde 10 dk geç kalmış, kan ter içerisinde diyebileceğim bir acele içerisinde, konsantre olmak için 10 dk’da öyle harcayarak sınava başladım. Sonucunu bakalım göreceğiz.
Dil seviyemi test etmek, sınav sonucumu işimde ya da yüksek öğretimimde kullanmak üzere girmiş olduğum YDS sınavında, yarım günümü harcadım sınav için, kayıt için tam 2 saat üniversitede sıra bekledim ve bunun için 2 saat de yolda harcadım, polis tarafından üstüm arandı iki kez, giriş salonuna memur tarafından yasak diye bildirilen saçma kurallar sebebiyle kişisel banka ve kredi kartlarım var diye alınmadım, bu kurallar sinsilesine uyum sağlamak için fazladan 400 mt yol yürüdüm ve sınava 20 dk geç başladım… Evet tüm bunları değeri benim için paha biçilemez ama ben ÖSYM’ye 50 TL sınav giriş ücreti, 2 TL yeni şifre ücreti, 3 TL kayıt ücreti ödedim…
Bu kadar şey benim başıma sadece YDS için geldi. Düşünün bir de ALES, KPSS ve diğer sınavlara da girdiğinizi. Üniversiteden mezun herkesin en az 2-3 kez yaşaması zorunlu olan bu durum, bazı grupların ve kişilerin soru cevaplarını dağıtması ve/veya kopyalaması sonucu tüm Türkiye’deki vatandaşların yüzleşmesi gereken bir durum haline getirilmiştir. Yaşayanlarının tek değer kriteri mal, mülk, para, makam, mevki, şöhret haline getirildiği bir ülkede vatandaşlarında bu şekilde yarış atı halinde birbiri ile yarıştırılması ve sistemin kendi güvensizliğini insanları bir cetvelde sıraya dizmesi ile değerlendirmeye çalışması şaşılası bir durum değil. Bu durum asla ve asla ülkemize yakışmadığı gibi, ülke insanlarının aktif işler yapması konusunda motivasyonunu kırıyor.
Ümit ediyorum ki 3-5-2 futbol sistemine benzeyen 4+4+4 eğitim sistemimiz, daha sağlıklı genç neslin yetişmesi için sınav sisteminden daha çok öğretimin kalitesini artırmak ile ilgilenir, eğitimli insanların yetişmesini bu topraklarda sağlayabilir.