Henüz dört yaşını doldurmayan oğlumuzu bu yıl, kreşe göndermeye karar verdik. 1,5-3 yaş arasına denk gelen pandemiyi büyük çoğunlukla evde geçirmiş olmanın dezavantajından çok, avantajı oldu bizim için. Aramızdaki bağları güçlendirmek ve koşulsuz sevgiyi daha derinleştirmek için birbirimize daha fazla zaman ayırabildik. Her gün daha fazlasını öğrenen ve keşfeden bir çocuğun gelişimine yakın arkadaşlık edebildik. Ancak çocukların sosyalleşmesi konusunda da kritik bir dönem var. Kendi konfor çevresinden 3,5-5 yaşlarında çıkmayan çocuklar daha içine kapanık oluyor ve kendi kabuğundan maalesef uzun yıllar çıkamıyor. Sosyal yaşamın gerekliliklerini daha iyi öğrenmesi ve kavraması açısından, kreş zamanı bizim için gelmişti. Bir önceki yıl göndersek erken olurdu, bir sonraki yıl için ise geç kalmış olacaktık.

Okul araştırmalarına başladık… Devlet okullarının kreşlerini, butik diyebilebileceğimiz özel kreşleri, K12 sistemine dahil özel okulları araştırdık. Bizim için nelerin önemli olduğunu, kendisi de bir öğretmen olan eşimle uzun uzun konuştuk. Bizim için önemli olan konularda ortak karar verdik. Çocuğu sıklamayan, oyun tabanlı eğitime ağırlık veren, rahat ve geniş bir fiziksel ortamı sunabilen, rahat ve özgür hareket edebileceği, evimize yakın olan, yabancı dil öğrenmesi için imkan sunan bir kreşi tercih edecektik. Yaptığımız araştırmalar sonucunda MBA Okullarına karar verdik ve kaydımızı Nisan 2022 sonlarına doğru yaptırdık. Bir kaç kez okulu ziyaret ettikten sonra, oğlumuzun da okula ısındığını gördükten sonra kesinleştirdik.

Buraya kadar her şey normal. Peki sonra ne mi oldu dersiniz? MBA Okullarına karar vermemizin etkeni olan tüm konuların okulun açılmasına son 1 hafta değiştiğini öğrendik. Nasıl olduğunu anlatayım…

Sınıftaki Öğrenci Sayısı

Bir sınıfta 14, en fazla 15-16 öğrenci olacağını biliyorduk. Öyle ki, kayıt için okulu ziyaret gittiğimizde sınıfları gezdiğimizde, tüm dolaplar, masa ve sandalyeler maksimum 16 çocuk için organize edilmişti. Hatta okullar açılmadan bir önceki hafta veli-öğretmen buluşması yapmak üzere okula gittiğimizde de, aynı dolaplar duruyordu. Okulun açılmasına tam 1 hafta kalaya kadar. Çocuk sayısının 18’e çıktığını öğrendiğimizde ise çok şaşırdık.

Açılan Sınıf Sayısı

Kayıt aşamasında toplamda 3 sınıf açılacağı, bunların 2’sinin 4 yaş, 1’inin ise 5 yaş olduğu bilgisi verilmişti. Okulun son haftasında öğrendik ki açılan sınıf sayısı 6’ya çıkmış. Daha önceden yetmiyor diye mevcut yemekhaneye ek olarak kullanılan oda ve idari ofisler de kreş sınıflarına dönüştürülmüş.

İngilizce Öğretmenimiz

Kayıt esnasında “okulumuzda yabancı öğretmen var” denmişti. Aslında doğruymuş! Ancak eksik olan bilgi varolan yabancı öğretmenin daha büyük sınıflara girdiği, kreş düzeyinde İngilizce saatlerinde yabancı bir öğretmenin olmayışıydı. Bunu duyduğumuz da en büyük şoku yaşadık. Düşünün 2 dil biliyorsunuz, eşiniz İngilizce öğretmeni ve yurtdışı ile sürekli bağlantınızın olduğu bir işiniz var ama böyle detayı gözden kaçırıyorsunuz. Ya da size yanlış bilgi veriliyor… Yabancı dil öğrenmesinden daha çok farklı kültürden biri ile uzun soluklu etkileşime girmesini tercih ettiğimizi söylediğimizde ise, “İngilizce Öğretmenlerimizin okulda Türkçe konuşması yasak” cevabını aldık. You guys don’t understand us! It’s not about the language, it’s about the culture!

Toplam Öğrenci Sayısı ve Ortak Alanlar

3 sınıf varken bir anda 6 oluveriyor. 14 olan sınıf mevcutları ise 18’e çıkıyor. Toplam 108 çocuklu bir kreşiniz oluveriyor bir anda. Peki ortak alanlarınız artıyor mu? Hayır! Çocukların kullandığı tuvalet ve lavabo sayısı geçen yıl ile aynı kalıyor, yemekhane alanı ise daha da küçülüyor…

Eyvah!

Eyvah ki ne eyvah! Okulun açılmasına yalnızca bir hafta kala, çocuğunuzun sınıf öğretmeni ile tanışmaya gittiğinizde bu detayları öğreniyorsunuz. Öğretmeniniz daha okula yeni başlamış, okul ve eğitim materyalleri ile ilgili bilgisi doğal olarak sınırlı. Kreşten sorumlu müdür yardımcısı, sizin yaptığınız anlaşmaya kulak vermek ve sorunlarınızı dinlemek yerine okulu övmeyi tercih ediyor. Ki kendisi henüz 2 ay olmuş okul geleli. Biz sözleşmeyi imzaladıktan 2-3 ay sonra. Ve olayı öyle bir çıkmaz sokağa götürüyor ki, sizi sözleşme yaparken görüştüğünüz Kurumsal İletişim Yöneticisine yönlendiriyor. İlgili kişi ile konuşuyoruz sakin sakin, durumu anlatıyoruz. “Ben öyle bir şey söylemedim, 500 yeni kayıt velimiz var, hiçbirinden böyle bir geri dönüş gelmedi” dediğinde de eşimle birbirimize bakıyoruz ve “akli dengemizde şüphe etmeli miyiz?” diye düşünüyoruz. Düşünüyoruz, çünkü insana düşündürtüyorlar… Okulun son haftası olmasa ve yeni bir okul arayışı konusunda yer bulabilir miyiz endişemiz olmasa bu tavırlardan sonra kesin kaydımızı alırdık. Neyse ki sınıf öğretmenimiz ile tanıştık, kendisini sevdik, iyi niyetli olduğunu düşündük ve “bir görelim” dedik.

Sorumlu bir müdür yardımcısının iletişim konusunda konuyu bu kadar sorunlu ve çözümsüz hale getirmesine aklımız gerçekten almıyor. Bir ürün almışsınız diyelim ki bir marketten, hatalı çıkıyor veya vaat edilen gibi değil… Diyorsunuz ki şef ya da mağaza müdürü ile görüşelim. Görüşüyorsunuz. O da sizi, ürünü aldığınız kasa görevlisine yönlendiriyor yeniden.

Öğrencisi sayısının bir anda 2 katına çıkması konusunda şikayetimizi dile getirdiğimizde “ama bu yıl çok talep vardı, 400 öğrenci hedefi varken, okuldaki toplam sayımız 800’e çıktı” yanıtı veriyor. Yahu burası köfteci mi, esnaf lokantası mı? Müşteri geliyor da diye masa atmak, sıra atmak, yeni kayıt almak nedir? Cevap bir kamu dairesinde işini yapmaktan bezmiş bir memurun cevabı kadar soğuk: “MEB’den onaylarımızı bu şekilde aldık, yasal olarak bir engel yok” Hmmm, peki o zaman. Sustuk biz!

Bizi Rahatsız Eden Nedir?

Bir uygulama değişebilir, daha fazla kayıt alabilirsiniz, daha çok çocuk olabilir sınıfta veya döviz ile ödeme yapmakta zorlanıyorsunuz diye yabancı öğretmen çalıştıramıyor olabilirsiniz. Hepsi olabilir! Ancak 4 yaşındaki çocuğunu emanet eden anne-babalara, bir malını emanet ediyor muamelesi yapamazsınız. Çocuğu etkileyebilecek herhangi bir konuda değişiklik varsa, öncesinde ya da sonrasında gerekçeleri ile birlikte bir izahat yaparsınız. Bu düşüncemizi de paylaştık, sorumlu müdür yardımcısı ile. Ne dedi peki? “Çok yoğunuz!” Yahu sizin işiniz bu değil mi peki? Hadi siz yeni geldiniz diyelim, peki ya müdür. Bu kadar değişiklik varsa, neden bilgi vermezsiniz? Son hafta öğretmenimiz ile tanışmaya geldiğimiz öğrenilecek şeyler mi bunlar? Tabi yaa… 500 veli kayıt oldu, kimseden böyle bir dönüş olmadı, tek akli dengesi yerinde olmayan biziz. İşte, bu samimiyetsizliğe bizim şikayetimiz.

Oryantasyon Haftasına Geldik

Önce 2 gün ve 2 saat olan ilan edilen oryantasyon programı, neyse ki sonradan 3 gün ve 2 saate çıkarıldı. Arkadaş ve komşularımızın çocukları hem yarım hem de tam gün oryantasyon yaparken biz toplam 6 saat oryantasyon yaptık. Neyse olsun, büyütülecek bir şey değil. Özellikle de bunca konu varken. İlk hafta genel itibariyle sorunsuz geçti. Okula ayağımız alıştı biraz, öğretmenimize alıştık, sınıf arkadaşlarımız ile kaynaşmaya çalıştık. Tabi ağlayanlar, anne ya da babadan kopmak istemeyenler de var.

İlk gün çocukları sınıfa bıraktıktan sonra kampüs müdürünün sunumuna katıldık. 10:30’da başlayan sunum, 12:00’ye kadar yani çocuklara alacağımız saate kadar sürdü. Oldukça detaylı bir şekilde MBA Okullarını, eğitim yaklaşımını, uygulamaları, eğitim materyallerini ve diğer konuları kampüs müdürü harikule bir şekilde “aaaa, ıııııı, oooo” demeden anlattı. Tüm veliler pür dikkat dinledi. “İyi ki çocuğumu bu okula gönderdim” diye içlerinden mutlaka geçirmişlerdir. Biz dedik çünkü. MBA Okullarının 4 yalş eğitim içeriğini merak ediyorsanız burada bulabilirsiniz.

Ama gel gör ki, veliler sunumun sonunda 1 soru bile soramadı. Keşke sunumu biraz daha az yapıp, velilere söz hakkı tanınsaydı. Beklentileri, endişeleri, soruları var mı diye sorulsaydı. Güzel olmaz mıydı? Benim bir sorum vardı mesela: “her şeyi o kadar mükemmel olarak sundunuz ki, samimi olarak kurumda eksik olarak gördüğünüz ve geliştirmeye çalıştığınız kısımlar nelerdir?” Sonuçta eğitimden bahsediyorsak, mükemmelliyetçilikten bahsedemeyiz. Mükemmel olan kim var ki! Müdür, öğretmen, veli? Öyle değil mi? Samimi bir şeyler duymaya gerçekten çok ihtiyacımız vardı.

Eğitim Materyali Listesi 

Aklımızdan şüphe ettiğimiz konulardan biri de eğitim materyalleri yani kitaplar ile ilgili oldu. Bize tüm eğitim materyallerinin, kırtasiye dahil listesi verileceği söylenmişti. İstersek bunları okuldan istersek de kendimiz temin edebilecektik. Kırtasiyelerin marka, model, şekillerinin diğer çocuklarınkinden farklı olmaması için aynısının alınması söylenmişti. Okulların açılmasına bir ay  kala bu liste bizimle paylaşıldı. Ve tüm materyalleri okuldan almamızın zorunlu olduğu söyledi. Bir gol daha mı yedik! Meğerse öyle bir şey söylenmemiş, daha önce böyle bir uygulama da olmamış hiç.

4 yaşında bir çocuğun eğitim materyelleri için 7.480 TL.  Kırtasiyelerin detayı bulunmuyordu yalnızca kırtasiye yazıyor. 5 tane online öğrenme platformu üyeliği var. İşbankası yayınlarının 15-20 TL bulunabilecek olan kitaplarından da 4-5 tane. Oxford yayınları ve öğrenme platformları ile kırtasiye ürünlerinin çok daha pahalı olabileceğini tahmin ediyoruz. Ama neyin ne kadar olduğunu bilmiyor, ana kategori ürün bilgisinden başka bir şey göremiyorduk. Şeffaflık ve samimiyet arayışımızda yine sınıfta kaldık. Ne mi yaptık peki? Seve seve ödedik!

Üniforma Listesi

Çocukların zorunlu olarak MBA Okullarının kıyafetlerini giymesi gerektiğini, en azından okula o kıyafetlerle gelmesi ve sonrasında ihtiyaç halinde değiştirilmesi gerektiğini öğrendik. Kıyafetler konusunda bilgi verilmişti ancak 4 yaşındaki çocuğun daha kendi başına tuvalete gitmeyi öğrenirken uniforma zorunluluğu olacağını kestirememiştik. Nereden alacağız peki? Tabi ki okuldan. 7 parçadan oluşan okul üniforma seti 2.200 TL. Yalnızca bir kapüşonlu polar 400 küsür lira. İçimdeki Cem Yılmaz “iyi, iyi, vallahi iyi” diyor…

Okullar buradan belli ki ayrıca kar ediyor. Enflasyon sebebi ile artan maliyetlerini, okulun son haftasında buradan çıkarıyor. Olabilir mi, olabilir! Makul karşılabilir mi, evet! Ama yine konu şeffaflığa geliyor! Neyse onu söylemek gerek. Zorunlu bir harcama yapmaya yönlendiriliyoruz, eğitim için ödediğimiz tutarın 3’te 1’in yalnızca eğitim materyeli ve uniformalara veriyoruz. İyi ki servis kullanmıyoruz. O da olsaydı, okul parasını çoktan geçer ve ikiye katlardık.

Vee Okulun İlk Günü “Travma!”

İşte bu satırları sıcağı sıcağına yazıyorum. Herkesin kendi çocuğu biricik ve özel. Kılına zarar gelsin, üzülsün, ağlasın istemez. Özellikle de okula bırakırken… 3 gün öncesinden başladı oryantasyon sonrasında okula alıştırma konuşmalarımız. Buna rağmen sabah kalktığına “baba n’olur gitmeyelim” dedi. Evden çıkmamız 1 saat, çıktıktan sonra sınıfa girmemiz 1 saat sürdü. Tam okulun kapısından sorunsuzca girmiştik ki, sorumlu müdür yardımcımız “Barlaaaas” diyerek neşeli bir şekilde geldi. İyi niyetliydi belli ki, ama çocuk onu tanımıyordu. Ne dokunmasını, ne sarılmasını ne de okulun ilk oyuncak gününe getirdiği oyuncağını elinden almasını istiyordu. Sarılma ve oyuncak refleksi biz de ağlamaya dönüştü. Zaten tetikte bekliyordu, bağ kurmadan dokunmak ve elinden oyuncağını merak ederek almaya çalışma hamlesi kötü etkiledi. Ne okul ayakkabılarımızı çıkarabildik, ne sınıfa girebildik, ne koridordan çıkabildik. Arafta kaldık, tam girişte. Oturduk, diğer çocukların nasıl girdiklerini, ailelerinden nasıl ayrıldıklarını ve öğretmenleri ile nasıl sınıfa gittiklerini gözlemledik. Durulduk, sakinledik. Artık makul gelmeye başladı her şey.

Sınıf öğretmeni geldi, yumuşak ses tonu ile onun seviyesine inerek konuştu. Günün planını anlattı, ne oyunlar ve yemekler var bugün paylaştı. Gitmeye razı olur gibiydi ancak benden ayrılamıyordu. Normal değil mi? Bir çocuk doğduğundan beri ilk kez  yabancı bir ortama giriyor, ailesinden tüm gün ayrılıyor. Öğretmenine ve ortama güven duymaya çalışıyor. Kargo tulumba yapılacak bir şey mi?

Önce sınıfa eşyalarını gönderdik, sonra da kendisini. Söz verdim bekleyeceğim diye. “Gitmeden seni göreceğim ve tamam artık gidebilirsin dediğinde gideceğim” dedim. Çocuğu içeriye bırakıp bir çıktım, bir daha da göremedim. Sanki hapishaneye veya yoğun bakıma bıraktım (Allah korusun!). Sınıfın perdeleri kapalı olduğu için göremiyoruz birbirimizi ama cam aralık. Sınıfın dışında cama yaklaşıyorum, ağlıyor. Kapıya gidiyorum, sorumlu müdür yardımcısı ve rehber öğretmenle konuşuyorum. Çıkıyorum, ağladığını tekrar duyuyorum. Eşimi arıyorum. Dönüyorum. Dinliyorum, ağlıyor. “Babamı görmek istiyorum” diyor, başka bir şey demiyor.

Kapıyı kapatırken, sorumlu müdür yardımcısını görüyorum yeniden. “Çocuk ağlıyor, duyuyorum” diyorum. “İlgileniyor öğretmenlerimiz” cevabını alıyorum. O sırada okulun kreşlerden sorumlu rehberlik öğretmenini görüyorum, ondan yardımcı olmasını istemekte çözüm buluyorum. Kendisi yüksek lisanstan arkadaşım olduğu için ismi ile hitap ediyorum. Sorumlu müdür yardımcısı, ismi ile öğretmene hitap ettiğim için bozuluyor, arkadaşım zor durumda kalmış hissediyor ve bunun üzerine açıklama yapmak zorunda kalıyorum. “Koyun can derdinde, kasap et” dedikleri durumu canlandırıyoruz. Kime nasıl hitap edeceğinize de ipotek konmaya çalışılıyor. Hem de 2 kişinin kendi arasında nasıl konuşacağına, daha üst yetkisi olan bir kişi diye o karar veriyor, kurumsal imaj ayarı veriyor size!

Çocuk bu arada hala içeride. Kapıdan çıkıyorum, bahçeye gidiyorum. Ağladığını yine duyuyorum! Çıldırmamak elde değil. Çocuğu içeri verdin, ne o çıkabiliyor ne de sen girebiliyorsun. Sorumlu müdür yardımcısını görüyorum yine, “ağlamıyor dediniz ama ağlıyor” diyorum. “Sizin gittiğinizi söyledik” diyor. Ben çocuğa babası olarak söz vermişim, sözünü tutmayan baba oluveriyorum bir anda!

Danışmaya gidiyorum, kreşin bina içeresindeki kapısında bakıyorum. Hala sesi geliyor. “Ağlıyor” çocuk, burada olduğumu bilsin bir görüşelim diyorum. Rehberlik öğretmeni yanına gitti, özel konuşuyor, birazdan kahvaltıya geçecekler deniyor. Rehberlik öğretmenini görmek istiyorum, danışmaya aratıyorum, telefonda konuşuyoruz, her şeyin yolunda olduğunu söylüyor ve durumunu anlatıyor. İçim rahat etmeden, çıkıyor gidiyorum.

Şimdi Okullu Olduk

Her çocukta olduğu gibi velilerde de travmalar yaratıyor. Bunların en iyi farkında olması gereken eğitimciler ise basma kalıp kurumsal yönetim anlayışı ve yaklaşımı ile durumu kotarmaya çalışıyor. Sonuç: fiyasko! Eğitim-öğretimin kişişelleştirilmiş bir deneyim olduğunu bilmeyenlerin eğitim alanından gerçekten uzaklaşması gerek. Herkes için aynı olan tek şey okulun fiziksel yapısı. Çocuk, öğretmen ve veli aynı değil. Gerisi tamamen bu 3’lü arasında kurulacak bağ ile şekilleniyor ve gelişiyor.

Biz büyük umutlarla bir yolculuğa başladık, MBA Okullarına kayıt olduk. Aklımızdan şüphe eder bir hale geldik, umudumuzu yitirmedik. Ekstralar çıktı, tamam dedik. Sınıf öğretmenimize kanımız çok kaynadığı için umudumuz hala yitirmiyoruz ancak MBA Okullarındaki temel kademe yöneticilerinin ve sorumlulularının bize daha çok güven vermesi gerektiği ortada. Samimiyet, samimiyet, samimiyet!

** Bu blog yazısında yaşadığımız güncel olumsuz deneyimler yer almaktadır. MBA Okulları’nın pozitif yönleri ile ilgili bir blog yazısını bu görüşlerimizde değişiklik olduğunda da paylaşacağım.

MBA Okullarında İlk Veli Deneyimi

yorum

Etiketlendi: