Türkiye’de 75 milyon bir kaç gün öncesine kadar televizyonlarının başında kilitlenmiş durumda idi. Taa ki voleybol ve basketbol takımlarımızın, ki en iyileri olduğunu düşünüyoruz takım sporlarını da seven bir insanlar olarak, elenmesine kadar. Avrupa çapında büyük başarılara sahip olan bu iki takımımız Londra 2012 Olimpiyatlarına veda edince sporun da, Olimpiyatın da, yanan meşalenin de pek bir anlamı kalmadı bizim için.
Özellikle Londra 2012 Olimpiyat Oyunları öncesi devletin yüksek kademesindeki kişilerin sporcularımızı inanılmaz şekilde desteklediğini görmek (televizyon reklamları, demeçler, sokaklardaki bilboardlar) insanları da epey bir ümitlendirmişti. Çünkü bu denli önem verildiğine göre, ki bu siyasetçilere insanların güvendiğini bildiğimizden, acaba demek kaç tane dünya rekoru kırarız. Muhakkak onların antremanları izlemiş olduklarını, antrenörlerden detaylı bilgi aldıklarını ve onları sıkı sıkıya takip ettiğini falan düşünmüştüm ben. Aksi halde, insan nasıl dünyaya meydan okuyabilir ki?
Özellikle Euro 2020 ve 2020 Olimpiyat Oyunları için Türkiye’nin adaylığı ve desteklenmesi konusunda lobi faaliyetleri yürütecektik. Aldığımız başarılar da artık Türkiye’nin sporcu yetiştiren bir ülke olduğunu gösterecekti. Ama evdeki yanlış hesap, illa ki Bağdat’tan değil ya bu sefer Londra’dan döndü.
Maratonlar için Kenya’dan, Masa Tenisi için Çin’den, Basketbol için Amerika’dan sporcu ithal ettik. Çünkü sanayinin gelişmesi için uyguladığımız metotları sporda da uygulama çalıştık. Nitekim 2023 hedefinde koyulan 500 milyar dolar ihracat hedefi, şu anki Almanya’nın ihracat rakamının 3′te 1′i. İhracatı geliştirmek için üretmekten bahsetmiyoruz. Tıpkı sporcu yetiştirmekten bahsetmediğimiz gibi. Maalesef ülke olarak değer yargılarının gelişmesinden, geliştirilmesinden daha çok tabelaya oynuyor rakamlara değer veriyoruz. Olimpiyatlara en fazla sporcu ile katılan 5. ülke olmamız, bizi Olimpiyat oyunlarına aday olmaya cesaret ettirebilecek hala getirebiliyor. Ama Almanya’ya bakıp nasıl üretim yapıyorlar, ne yapıyorlar, nasıl çalışıyorlar demiyor değil maalesef düşünmüyoruz bile(!).
Gel gör ki, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan Türkiye-ABD voleybol maçını seyrederken “Amerika yenilmenin ne demek olduğunu bir anlasın bakalım!” diyor her zamanki Kasımpaşalı havasıyla. Biz ise o maçta 3-0 yeniliyor. Çok duygusal bir milletiz be azizim.
Bakın Derya Büyükuncu Olimpiyatlara katılmış. İlk elemeyi geçebilmiş ama ilk 16′ya girememiş. Girmeyi acaba kendi hayal edebiliyor muydu, düşünebiliyor muydu ki? Amerika’lı yüzücü Michael Phelps son 12 yılda yalnızca 1 kez antreman kaçırmış. Bizimki ise 6-7 ay kadar Survivor’da açlık çekti 250.000 TL peşinde. Burada şimdi Acun’a mı kızmalı aklına çeldiği için, Derya’ya mı kızmalı kendine milli hedef koymadığı için, onu oraya çıkarana mı kızmalı ülkemizin adını temsil hakkını ciddiyetsiz kişilere verdiği için. Yok yok, en iyisi siz bana kızın bunları yazdığım için.
Velhasıl… Olimpiyat sırasında şu an 66. sırada gözüküyor, Olimpiyatlara talip oluyoruz. Şike davaları şaibeli şekilde bitiyor, Avrupa Kupasına talip oluyoruz. Meclisin kapısına bir yazı asmanın zamanı geldi sanırım “Düşünmeyen Giremez!”. Yoksa Allah sonumuzu hayır etsin! (Amin! dediğinizi duyar gibiyim..)